Bünyemizde error var. Ama iyi huylu.

İzmir’in havasına ağzı burun dalasım var. Güzelim günümün sonunun ağzına sıçtı affedersiniz.

Bir sahne hayal edin. Hayatınızın hatunu karşınızda. Hayatınızın adamı onun yanında. Hatun bir şey söylüyor ne olduğu önemli değil, ama o an sizi çok mutlu edecek bir ayrıntı. Sevinip boynuna atlamanızın ve ayrılmanızın akabinde sevginizi “senin için lezbiyen olucam” diyerek fışkırtıyorsunuz. HAYIR ADAM YANIMIZDA. Bi yerinde dur bi sus dimi. YOK. SUSMAM BEN.

Neyse sonra şu minik hikayede bahsi geçen hatun olan Abberline kaçırdı beni. Bildiğin kaçırdı ama. Attı taksiye. Doğruca onların yurda. Elimde iki tavuklu poğaça böyle kapının önünde bekliyorum içeriyi ayarlayacak da beni içeri alacak diye. Çoh acıdım kendime ya yazık bana.

Girdik içeri çıktık yukarı pat diye oturdum yere. Hayvan gibi poğaça yedim. O sırada Abberline ertesi günkü sınavına çalışmaktaydı. Kitabında mı ne Viggo Mortensen’la ilgili bir yazı varmış onu gösterdi ben bi çıldırdım. Sonra bu have been/has been’ler ne ayak kanka diye sordu. Tabii böyle yavşakça sormadı ben çarpıttım. Bir şeyler anlattım ama hatırlayamıyorum tam. Sonra bir baktım Moiraine’in yatağına yatmışım da sızıvermişim. Sızmak kadar güzel şey var mı. VAR MI LAN. Yatak da bir rahat bir rahat. Moiraine de İstanbul’da ayıptır söylemesi yarıyıl tatili dolayısıyla. Oh yayıldım da yayıldım bir güzel uyudum. Ama o sırada etrafımda dönen olayların da farkındayım. Odaya biri geldi, Abberline’la çalıştılar mı ne bir şeyler yaptılar. Sonra çıktılar gittiler. Bir süre sonra Abberline hıyarı tekrar geldi. Bi şeyler bi şeyler yaptı. Arkasından bi baktım ışıkları söndürmüş çıkmış yatağına. Oda da bildiğin zifiri karanlık kıpkırmızı perde var hiçbir halt görünmüyor. Neyse ben de şansımı çok zorlamadım uyumama devam edeyim dedim. Edemedim devam falan. Bir türlü uyuyamıyorum Moiraine’nin ahı mı tuttu nedir BİLEMEDİM. Abberline da üstteki yatakta debelene debelene dönüp duruyor ben içimden kahkahalarla gülüyorum yatak maşallah öyle bi ötüyor ki. Sonra dalmışım azıcık. Sabah oldu bi etraf aydınlandı o kırmızı perdeye rağmen. Çeşitli atraksiyonlar oldu. Abberline’ın telefonu çaldı milyon kere. Sonunda açtı telefonu anneciği uyandırmak için aramış. Bir süre pusuda bekledim yatağından insin de sabah şekerliği yapayım diye. İndi bu hıyar. LAN! dedim tam giderken. İşte benim sabah şekerliğim böyle ve bu kadar. Ama bu çok büyük bir şey. Kimseye sabahın köründe tek laf etmem ben. Çok agresif olurum. Konuşmam. Kaşlarımı çatarım. Kızarım bağırırım falan.

Kalktım baktım bizimki de üstündekilerle yatmış. Tanrı’m dedim bu manyağı bilerek mi benim yanıma yolladın. Toparlandım ettim çantamı aldım ceketimi giydim falan, masanın üstüne bir baktım hayvan gibi a4 kağıda aynı hayvanlıkta bir not yazmış bizimki. Olur da o giderken ben uyuyor olursam diye. Kaçak girdik ya yurda. Birtakım hedeler işte. Sevgili gibi olduk la. Böyle romantik romantik not yazmacalar falan. Ben korkuyorum iyiye gitmiyoruz dün akşam da lezbiyen olucam senin için demişim. Çok dengesizim. Bak hep o deşifre olan takma adıyla Degua denen insan var ya onun yüzünden ha. Olsun neyse çoh seviyorum ben onu.

Tam ben “yea bu oda ne kadar karanlık hiçbir şey görmüyorum nasıl bi şey bu” derken Abberline şak diye açıverdi ışığı al sana ışık diyerekten. Hay dedim nalet olsun yürü git burdan kim dedi sana ışık aç diye NEFRET EDERİM SABAH SABAH GÖZÜMÜ AÇMAMIŞKEN IŞIK AÇILMASINDAN. Çığlık çığlığa bağırdım hemen davrandım kapattım ışığı. Bu salakta bi gülmeler falan. Evlenicem la ben bu hatunla. Zaten dedim okulunu bitir hemen yapıştırıyoruz nikahı. Gelinlik bile bakıyorum. Ya.

Ben çıktım şarjı bitmiş zavallı telefonumla beraber yurda doğru yol aldım. Abberline da kahvaltı edip sınava gitti. Yurda gelir gelmez olmasa da sonrasında bir yatmışım uyumuşum ama, bir buçuk saatlik uykuda öyle bir KABUS gördüm ki bu kadarı olmaz yani. Yurdun bütün odalarının kapısına ÜZERİNE KIRMIZI RENKTE ÇARPI ATILMIŞ, ALTINA “HUZUR BOZAN, PİSLİK YAPAN, TERBİYESİZ, BUNDAN UZAK DURUN” YAZILMIŞ FOTOĞRAFIMIN BULUNDUĞU AFİŞİMSİ BİRTAKIM HEDELER yapıştırıldığını mı görmedim, annemle babamın sırf bir akşam vakti partinin tekine gittim diye beni EVLATLIKTAN REDDEDECEKLERİNİ VE ÜSTÜNE ÜSTLÜK NEDENLERİNİ BİR WORD DOSYASINA YAZIP BANA YOLLAYACAKLARINI mı görmedim, açlıktan ölmek üzere olan ve yaklaşık 20 kiloluk ağırlığı olan yeni bir oda arkadaşı mı görmedim, bassçı arkadaşın tekinin Bİ ABİYE İHTİYACIN OLURSA BEN HER ZAMAN BURDAYIM dediğini mi görmedim, YANİ BÖYLE BİLİNÇALTI VARSA DA OLMASIN BÖYLE RÜYA MI KABUS MU HER NEYSE O DA OLMASIN. Gerildim. Gerilim filmlerine taş çıkartacak rüyalar görüyorum. Tırsıyorum. Korkuyorum.

Bir hışım uyandım. Gerçek olmadığını anlayınca bir rahatladım bir rahatladım yok öyle rahatlık. Sonrasında tipimi düzelttim, çıktım dışarı, Abberline’la metroda buluşup Karşıyaka’ya mantı yemeye gideceğiz. Vapurla hem de. Vapur tabii. Nah gidersin bu havada vapurla karşıya. Şimdi öncelikle Bornova’dan çıktık yola, Konak’a geldik, Abberline üşengeçhıyar’ının öğrenci kentkartı alması gerekiyordu oraya gittik. Sordu etti, “mavi gömlekli arkadaş”tan alacağımızı öğrendik. Gittik MGA’nın yanına. Adam bir neşeli bir neşeli. Hava ne kadar kötüyse adam o kadar neşeli. Böyle yanaklarını sıkasım geldi. Hayır biz de az değiliz, öyle durduğumuz gibi durmuyoruz, gülüyoruz, gülüyoruz, sonra durup tekrar gülüyoruz. Ota boka. Nasıl oldu ne oldu bilmiyorum, MGA’yla muhabbete başladık. Birtakım kağıtlar falan hazırlarken yanındaki adama “böyle bi kurşun bi kulağımdan girsin diğerinden çıksın istiyorum” dedi, biz başladık gülmeye. O gülüyor biz gülüyoruz. Kağıdı uzattı Abberline’a, yaz dedi. “Eee ne yazcam?” dedi bizimki doğal olarak, MGA’cığım “kartımı aldım kurşun gibiyim yaz” dedi, biz yine yerlerde. O espri tarzı birilerini aklımıza getirmedi değil tabii. Neyse, hallettik işimizi çıktık dışarı, şemsiyeyi de açtık, sahile yürüyoruz, vapurla karşıya gideceğiz ya. Seferler iptal olmasın mı. İnsanlar çıldırıp oraya buraya bağırmaya kalkmasın mı. ÇOK FAZLA İNSAN VAR BURDA. İNSANLARI SEVMİYORUM. HEPSİNİ ÖLDÜRMEK İSTİYORUM tarzında konuşmalarımızı yaparken mantıdan vazgeçemeyeceğimizi anladık ve doğru otobüs yollarına düştük. Bu arada hava bildiğin İzmirlileri nasıl acı çekerek öldürsem acaba düşünceleriyle çalışıyor resmen.

Bindik otobüsün tekine. Ayaktayız tabii. Bir durakta iki tane yaşlı amca bindi, tam önümüzde ayaktalar onlar da. Toplumun kanayan yarası gençlerin yaşlılara yer vermeme hedesi orda da gerçekleşti. Şaka şaka otobüs çok doluydu zaten kim kime yer verecek. O iki yaşlı amca, Allah’ım, bu kadar tatlı olamaz iki insan yea. Bildiğin muhabbetlerini dinledik yarım saat, ordan burdan konuşmaya dalasım geldi. En son kapıcının tekinin 1 milyar maaş aldığından bahsediyorlardı öyle de kibar konuşuyorlar ki birbirleriyle, dedim yeni nesil, kendine gel, doğru düzgün davran ona buna. CİDDEN BAK.

Karşımızda ağzındaki sakızı yavşakça çiğneyen bir adet hatun vardı ki Abberline yanımda hatuna dalmamak için kendini zor tuttu. Son sözleri “şimdi alıcam o sakızı o saçına yapıştırıcam” oldu. Ruh halini düzeltme çalışmalarına devam ediyoruz. O cakcaklardan çok etkilendi.

Derken sonunda çarşıda inebildik, hemen mantıcıya sallandık. Garson insanına iki mantı istiyoruz dedik, sarımsaklı mı sarımsaksız mı diye sordu, sarımsaklı deyince böyle bi sevindi yüzüne güller açtı “TABİİ YEAA, MANTI SARIMSAKLI YENİR” yaptı ve gitti, biz de güldük. İşte o an dedim ki, “bu İzmirlilere bugün bi şey olmuş, nehadar da tatlılar aman da”. Allah bozmasın.

Yemeyi yedikten sonra sanırım yaklaşık olarak 2 saat aynı yerde oturduk. Sürekli gülme nöbetleri geldi geçti. Ama bir seri vardı ki, bütün konuşulanları hatırlasam yeminle yazarım şuraya, sandalyeden düşersiniz gülerken. Ben bir zaman önce, Abberline İzmir’e ilk geldiğinde toplu taşıma araçlarına binebilsin diye fazladan olan kentkartımı ona vermiştim, bir tarafında Efes’in fotoğrafı varmış. Şimdi öğrenci kentkartını alınca Efesli kartı iade etti kendisi. İade ederken de buraya gittin mi sen la dedi. Ohooo orası bizim oralara çok yakın… Çocukluğum orda geçti la diye cevap verdim, aman Allah’ım nefes alamamacasına gülmeler falan. Sonrasında söylediğimiz bir tek kelime bile komiksiz şakasız ciddi değildi, nefes alamadım gülmekten, zaten arkasından hıçkırık tuttu, asıl orası kopardı olayı zaten.

-Bu hıçkırık napınca geçiyordu su mu içiyorduk?
+Nefesini falan tut işte
-Tutamıyorum ki ben nefesimi
+Niye
-Dayanamıyorum duramıyorum
+Salak ölene kadar nefesini tutmıcaksın herhalde bi yerde bırakacaksın
-Biliyorum ama azıcık bile olmuyo
+En fazla ne kadar tutabiliyosun
-Ne bileyim iki saniye falan
+Oğlum sen dalmıyor musun yea
-Eskiden çocukken çogzel dalardım hatta suyun altında 1 dakika bile dururdum. Artık yaşlandım dalamıyorum yapamıyorum
+(Error veren insan modeli)
-Ben bu konuyu araştırıcam bloğa da yazıcam gidince.
+Neyi
-Hıçkırığı. Mesela nasıl oluyor da geliyor. Hiçbir şey yoktu ki birden geliverdi bana. Neden geliyor mesela? Neye göre geliyor?
+(Mavi ekran)

Hava kararınca kalkıp gitmemiz, hatta defolmamız gerektiğini anladık. Çıktık kitapçının tekine girdik, öyle oyalandık, ordan kol kola girerek yürümeye çalıştık zira yağmurla beraber rüzgar işimizi zorlaştırmak için elinden geleni ardına koymuyordu şerefsiz. Bizse bu iğrenç havanın boşalttığı Karşıyaka sokaklarında kapşonlarımız rüzgardan dolayı kafamızı her terk ettiğinde aaaaaeeeyyeyhkjfklhjrjr şeklinde çığlıklar atıp olduğumuz yerde kalıyor, donmaktan acıyan ellerimizle tipimizi düzeltmeye çalışıyorduk. Derken rüzgar bizi ayırdı. Tam çarşıdan çıkarken benden ayrılmış, önümde yürümekte olan Abberline elinde gezdirdiği bela şemsiyeyi yere DÜŞÜRDÜ. O kadar cool’du ki inandım. Yerden aldım, oğlum şemsiyeni düşürdün al şunu diyerekten peşinden gidiyordum ki, yea bozuldu o attım ben onu niye aldın salak dedi. Dondum kaldım. Hayır fiziksel olarak zaten donmuştum ama ruhsal olarak da donunca işler çok karıştı. Tam o sırada bela şemsiye açıldı. Kapatmaya çalıştım, mücadele ettim, yapamadım. Kapatamazsam sokağa nasıl atacaktım? Ama attım. Evet, şemsiyeyi bildiğin açık halde AAAMAAAAN diyerek yolun ortasına atıverdim. Ve arkamı döndüm gittim.

Otobüs duraklarından birinde durmak için karşıya geçerken Abberline içi havuz gibi olmuş şapır şupur sesler çıkaran çizmelerine küfrediyordu. Tam o sırada durdum, arkaya baktım, yea sen napıyosun yürüsene dedi Abberline, ne var yea şemsiyeye bakıyorum napıyo diye, nerde diye, dedim, aklım karıştı o kadar çok dondum ki hangi kelimeleri nerde kullandığımızı unuttum.

Tam durağın tekine geldik derken, bir baktım ki One Ring’im ve Abberline’ın bana iade ettiği kentkart yok. SIÇTIK. Kentkartı siktir et de ONE RING LAN. KAYBOLAMAZ. Paçalarım tutuştu. La herhalde mantıcıda bıraktık dedim, O YOLU GERİ YÜRÜDÜM. Meğersem cidden masanın üstünde bırakmışız ikisini de. Böyle şaşkolozluklar olduğunda büyükler derler ya AŞIK MISINIZ EVLADIM diye. Ha işte biz tam üstüne bastık ayağımızı da çekmedik bence.

Bornova otobüsünün gelmesini beklerken Abberline’nın çok içten “canım çok yaniyy… ömrümde bu kadar üşümedim… ayaklarım aciy… ayaklarımı hissetmiyorum” yakarışları ve sonrasında psikopat surat ifadesiyle sanıyorum ayaklarının hala orda olduğunu kontrol etmek için ayağıma basması son saçmalamalardandı. ŞİMDİ AYAKLARIMI ALIP GÖTÜRSELER HABERİM OLMAZ da son bombalardandı. OTOBÜSTE KÜÇÜK BİR HAVUZ HALİNE GELEN ÇİZMELERİNİ ÇIKARDI HATUN. Gülsem mi gülmesem mi.

Otobüsün orta kapısında

LÜTFEN
İNECEKLERE
VERİNİZ

yazıyordu. Türk milleti nasıl piç nasıl piç anlatamam.

Velhasıl kelam benim epic donmalarım hep Karşıyaka’da olmuştur. Hatta ilkinde yanımda hayatımın adamı vardı ikincisinde hayatımın hatunu. Karşıyaka beni seviyor mu sevmiyor mu anlamıyorum şimdi mesela ben.

This entry was posted in Uncategorized. Bookmark the permalink.

4 Responses to Bünyemizde error var. Ama iyi huylu.

  1. moiraine says:

    yea bok yiyin taam mı.BOK YİYİN.

  2. sen gelince hep beraber yeriz bebeyim

  3. abberline says:

    bu kız naz ile birlikteyken ne istiyor bilmiyorum bilmiyorum bilmiyorum, o küçük kıvırcık kafasını alıp ege denizinde boğuşturuvereceğim.

  4. Casper says:

    okumak istedim ama çok uzun geldi beh 😦

Leave a reply to moiraine Cancel reply